Cemaat emniyette nasıl örgütlendi?
1 Alman ilahiyatçı Martin Niemöller (1892-1984), pişmanlığını dile getiren bu satırları yazdığı 1946’da dünyanın
ikinci paylaşım savaşı sona ermişti. Alman Proteston Kilisesi’nin Nazilerle işbirliği yapmasına muhalefet eden İtiraf
Kilisesinin (Bekennende Kirche) yöneticisi olan Niemöller, bugün Dünya Ökumen Kiliseler Konseyi diye anılan
Dünya Kiliseler Konseyi’nin de başkanlığını yapmıştı. Önceleri inanmış bir Nasyonal Sosyalist Alman İşçi
Partisi seçmeni olan, Yahudi soykırımını destekleyen Niemöller, daha sonra kiliseler arası kavgalarda kendisini
geliştirerek bu ırkçı fikirlerin karşıtı bir direnişçi olmuştu. Konuşma yasağına rağmen verdiği vaazlarla Nazilerin
tepkisini çekti ve tutuklandı. İlk tutukluluk hâli kısa sürse de, 1937’de yeniden tutuklanarak o da toplama kamplarını
boylayanların arasında yerini aldı. Savaş sonrasında da kiliseye dönerek bu kez de Almanya'nın silahlanmasına karşı
mücadele veren önemli isimlerden oldu.
2
Devlet İslamcılara hep ihtiyaç duydu
Fethullahçıların 1980’lerin ortalarından başlayarak sistematik biçimde örgütlendiği
Emniyet teşkilatının, bugün itibariyle büyük çoğunluğunun cemaatçilerin elinde
olduğu artık herkesin malumu. Bir diğer önemli tespitte bulunmak gerekirse, şimdi
Fethullahçılık diye anılan özellikle asker başta olmak üzere devletin gözünde
İslamcı tehlike” olarak adlandırılan bu yapının, yıllar öncesinden, 12 Eylül 1980
darbesiyle birlikte bizatihi şimdi kendilerini tehlike olarak gören cuntacılar
tarafından palazlandırıldığını söylemek yanlış olmaz.
28 Şubat 1997 postmoderin darbesi2 süreci ve sonrasında Milli Güvenlik
Kurulu’nun (MGK) başında Cumhurbaşkanı olarak Süleyman Demirel
bulunuyordu. Darbenin 2. yıldönümünde kendisiyle yapılan bir röportajda, “Bu bir
süreçtir. Yani Cumhuriyet’in kurulmasıyla başlamış, devam eden bir süreçtir.
Devam da edecektir. Bu böyle gidecek”3diyordu. MGK’nin asli unsuru ve
belirleyici gücü olan orduya komuta eden dönemin Genelkurmay Başkanı
Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu da 28 Şubat sürecinin 1923’ten bu yana sürdüğünü
ifade ederek, İrtica ne zaman palazlansa bu süreç kendini gösterir... İrtica tehdidi
2 28 Şubat 1997'de yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısı sonucu açıklanan ve Türkiye siyasi tarihine geçen
kararlar, “postmodern darbe” diye anılmaktadır. Necmettin Erbakan liderliğindeki RP 1995 genel seçimlerinden az
farkla da olsa ikinci DYP ve üçüncü olan ANAP'ın önünde birinci parti olarak çıkmıştı. Seçimlerin ardından kurulan
DYP-ANAP koalisyon hükümeti, RP’nin güvenoylaması hakkında hukuksal inceleme yapılması için Anayasa
Mahkemesi'ne yaptığı başvuru haklı görülerek geçersiz sayıldığından dağılmıştı. Bunun üzerine TBMM'de birinci
parti durumunda olan RP ile ikinci parti olan DYP arasında kurulan ittifakla RefahYol hükümeti 8 Temmuz 1996'da
güvenoyu aldı. Ancak hükümetin, kendilerinden zaten rahatsız olan askerlerin istediği biçimde davranacak kimi
tutumları ve bir takım karanlık komplolar sonucu 28 Şubat süreci hayata geçti. Millî Güvenlik Kurulu'nun 28 Şubat
1997’deki toplantısında da, “Rejim aleyhtarı irticai faaliyetlere karşı alınması gereken tedbirler” başğıyla resmen
bir muhtıra yayımlandı. Muhtırada 8 yıllık eğitim, tarikatlar, laiklik karşıtı hareketler, TSK’den irticacılık
suçlamasıyla atılan personelin RP’li belediyelerde istihdamı, bazı tarikatçıların cüppe ve sarıklarıyla kimi eylemlerde
bulunması örneklerle anlatılıp, “TSK’nin rejimi bekçisi olduğuna” bir kez daha vurgu yapılıyordu. Kısa süre sonra da
RefahYol hükümetinin Başbakanı Necmettin Erbakan, “Havada yakıt ikmali” olarak tanımladığı başbakanlık
görevini hükümet ortağı DYP Genel Başkanı Tansu Çiller'e vermek amacıyla 18 Haziran 1997'de istifasını
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e sundu. Ancak Demirel, hükümet ortaklarının arasındaki protokolü dikkate
almadı ve hükümeti kurma görevini TBMM'de çoğunluğu olmayan muhalefet lideri ANAP Genel Başkanı Mesut
Yılmaz'a verdi. Daha sonraki bir aylık müddet zarfında, Cumhurbaşkanı Demirel, birçok DYP milletvekilini bizzat
arayarak partilerinden istifa etmeleri gerektiğini, etmezler ve Mesut Yılmaz hükümeti güvenoyu alamazsa askeri
darbe olacağını tehdit olarak öne sürerek parti grubunun parçalanmasını sağladı. 12 Temmuz'da Mesut Yılmaz
başkanlığında ANAP - DSP - Demokrat Türkiye Partisi arasında kurulan 55. hükümet TBMM'den güvenoyu aldı. 18
Nisan 1999 seçimlerine kadar işbaşında kalan bu hükümet zamanında 28 Şubat kararları harfiyen yerine getirildi. 8
yıllık kesintisiz eğitim kanunu TBMM’de kabul edildi. Bu kanunla İmam Hatip Liseleri (İHL) dâhil meslek
liselerinin ortaokul bölümleri kapatıldı. Ayrıca İHL’lerin önünün kesilmesi için meslek liselerinden mezun olanların
üniversiteye giriş sınavından aldıkları puanla kendi bölümleri dışında tercih yapmaları halinde ortaöğretim başarı
puanlarının daha düşük katsayı ile hesaplanması kararı alındı. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş
tarafından RP hakkında açılan kapatma davası da 17 Ocak 1998'de Anayasa Mahkemesi’nde sonuçlandı. RP’nin,
"Laik Cumhuriyet ilkesine aykırı eylemleri saptandığı" gerekçesiyle kapatılmasına karar verildi. Necmettin Erbakan
ve 6 partiliye de 5 yıl siyaset yasağı getirildi.
3 Milliyet Gazetesi, 29 Şubat 2000
3
bin yıl sürse 28 Şubat süreci de bin yıl devam edecektir. Bitmiş değildir”4
diyecekti. Birbirinin neredeyse tıpatıp aynı olan ve “Cumhuriyet’in ilanından bu
yana irticaya karşı mücadelenin sürdüğü ve süreceği” söylemleri ne kadar gerçeği
yansıtmaktadır? Ya da durum gerçekten öyle midir bakalım.
Aslında devletin ne irtica ile mücadelesinde bir süreklilik ne de her fırsatta ifade
edilmesine karşın rejime karşı tehdit olarak görülen bu tehlikeyi yok etmek gibi bir
derdi oldu bu ülkede. Kıvrıkoğlu’nun da altını çizdiği gibi İslamcılar palazlandıkça
ordu tırpanlıyordu. Zaten 2000’li yıllara kendi iradeleriyle değil, devletin ihtiyaç
duyduğunda tedavüle sokmak üzere verdiği izin ve destekle palazlanabilen

İslamcılar ihtiyaç olmaktan çıktığı anda da hep budanarak hizaya sokuldu.


imamın orduları kitabından,,,

Post a Comment

أحدث أقدم