balık avcılığı |
Su ürünleri Deniz Hukuku
Karasuyu: Bir devletin
kıyıları önünde, genişliği antlaşmalarla saptanmış, tüzel bakımdan o devletin
olan deniz kesimi.
Bitişik Bölge: Bitişik bölge tanımının ortaya çıkışı,
karasularının dar olduğu döneme
uzanmaktadır. Böyle bir
bölgenin ihdas edilme ihtiyacı, karasularının 3 mil olarak
uygulandığı dönemlerde
devletlerin bazı çıkarlarını yeterince koruyamadığı gerçeğine
dayandırılmaktadır (Toluner,
1996). Bitişik bölge (Contiguous Zone), “karasularına
bitişik açık deniz bölgesi”
olarak ifade edilir ve karasularının dış sınırının ötesinde
belli bir genişliğe kadar
uzanan, kıyı devletinin ilanı üzerine belirli konularda yetkiler
kullandığı deniz alanı
olarak tanımlanmaktadır
Münhasır
ekonomik bölge: Münhasır Ekonomik Bölge kavramı 1982 yılında imzalanan
Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi ile düzenlenmiştir. Karasularının
ötesinde ve bu sulara bitişik, belirlenen özel hukuki rejime tabi ve sahildar
devletin hakları ve yetkileri ile diğer devletlerin hakları ve
serbestliklerinin belirlendiği bölgeyi ifade etmektedir.
Münhasır ekonomik bölge kıyı devletin sahil şeridinden itibaren başlar ve 200
millik bir alanı kapsar. Bu alanda sahildar devletler sınırlı bir egemenlik
hakkına sahiptir.
Deniz Hukuku Sözleşmesine
göre, sahildar devletler bu bölgede;
Deniz yatağı üzerindeki
sularda, deniz yataklarında ve bunların toprak altında canlı ve cansız doğal
kaynaklarını araştırılması, işletilmesi muhafazası ve yönetimi konuları ile
ilgili faaliyetlerde bulunmak;
Sudan, akıntılardan ve
rüzgarlardan enerji üretimi gibi, bölgenin ekonomik amaçlarla araştırılmasına
ve işletilmesine yönelik faaliyetlerde bulunmak,
Suni adalar, tesisler ve
yapılar kurmak ve bunları kullanmak; denize ilişkin bilimsel araştırma yapmak;
gibi haklara sahiptir.
Açık
deniz: Her ülkenin, deniz kıyısına belli bir uzaklıktan geçen ve
böylece belirtilen (kara sularının) sınırından ötede kalan deniz.
Münhasır
Ekonomik bölgede bulunan devletin hakları: Münhasır ekonomik bölge
hukuki rejimi, ilk kez özel bir deniz alanı olarak
1982 tarihli Birlesmis
Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesinin V. Kısmında
düzenlenmiştir. Münhasır
ekonomik bölge, karasularının ötesinde ve bu sulara bitisik
bir bölge olup belirlenmiş
olan özel hukuki rejime tabidir ve rejim gereği sahildar
devletin hakları ve
yetkileri ile diğer devletlerin hakları ve serbestlikleri BMDHS’nin
ilgili maddeleriyle
düzenlenmiştir (BMDHS, 55. md.).
05.12.1986 tarihli ve 86-11264
sayılı kararnamenin eki Türk
Münhasır Ekonomik Bölgesi Hakkındaki Karara göre;
Karadeniz’de Türk
karasularına bitişik deniz alanlarının deniz yatağı üzerindeki
sularda, deniz yatağında ve
deniz yatağının altında canlı ve cansız doğal kaynakları
araştırmak; işletmek,
muhafaza etmek, yönetmek ve Türkiye Cumhuriyeti’nin sair
iktisadi menfaatlerini
korumak amacıyla ilan edilen Türk Münhasır Ekonomik Bölgesi,
bu denizde Türkiye
karasuları genişliğinin ölçülmeye başlandığı esas hatlardan itibaren
200 deniz miline kadar
uzanır (www.denizcilik.gov.tr). Ege ve
Akdeniz’ de münhasır
ekonomik bölgemiz yoktur.
Kıta sahanlığı: Kıta sahanlığı, basit olarak karasal kabuğun
deniz ya da okyanuslar altında kalan kısmı anlamına gelmekle birlikte;
oseanolojik olarak kıta parçasına ait kısımların sularla olan sınır
çizgilerinden itibaren, denizlere veya okyanuslara doğru giriş yapan başka bir
deyişle tuzlu su kütlesi altında kalmış ve 130-200 metre derinliklere kadar
ulaşabilen kısmını kapsayan geniş ve canlı çeşitliliğine elverişli alanlardır.
Kıta sahanlığı ülkeler için neden
önemlidir?
Kıta sahanlığı bölgesinin
yani sahil çizgisi(plaj) ile kıta yamacının okyanus tabanına bağlandığı noktaya
kadar olan alan arasında ki su kütlesinde; dalga hareketleri, besin tuzlarınca(nutrient)
zenginlik, akıntı ve akıntılarla gelen organik maddelerin çokluğu, denize
dökülen tatlı su kaynaklarınca denize ulaştırılan biyolojik etmenler, suyun
diğer derinliklere göre daha sıcak olması ve en önemlisi güneş ışığından
faydalanarak denizel ekosistemin besin pramidinin en alt ve en büyük tabakasını
oluşturan fotosentetik mikroalglerin (mikroskobik yosunlar) güneş ışığının bu
tabakada en iyi geçişi sağlamasıyla üretiminin maksimum seviyede olmasına bağlı
olarak biyolojik çeşitliliğin çok fazla olmasıdır.
Biyolojik çeşitlilikteki bu artış doğal
olarak özellikle balıkların ve omurgasızların yani genel bir tabirle ekonomik
değeri yüksek türlerin bu bölgelerde yaşam sürdürmeleri, kıta sahanlığında
münhasır ekonomik bölgesini ilan etmiş olan ülkelerin ekonomisine avlanma ve
yetiştirme faaliyetleri sonucunda gelecek katkının büyüklüğü su götürmez bir gerçek olarak önümüze
çıkacaktır.
Kıta sahanlığının bir diğer ticari
boyutu ise bizim alanımıza uzak olmakla birlikte deniz ve okyanus dibinin
(bentik bölge) altında yatan fosil yakıtların varlığı veyahut olabilme
ihtimalidir.
Takımada
devletlerinin hakları: Buna göre,
takımada sularının, bu sular üzerindeki hava sahası ile buna
tekabül eden deniz yatakları
ve toprak altının hukuki rejimine zarar vermemek
koşuluyla bir takımada
devleti öteki devletlerle mevcut anlaşmalara uyacak ve
hemen bitişiğinde bulunan
komşu devletlerin takımada suları içine giren bazı
alanlardaki geleneksel
balıkçılık haklarını tanıyacaktır.
“1. Bir kıyı Devletinin
egemenliği, kara ülkesinin ve iç sularının ve,
bir takımada Devleti olması
halinde, takımada sularının ötesinde,
karasuları olarak tarif
edilen (kıyıya) bitişik bir deniz kuşağını
kapsar.
2. Bu egemenlik,
karasularının deniz yatağını ve toprak altını
olduğu kadar karasularının
üzerindeki hava sahasını da kapsar
3. Karasuları üzerindeki
egemenlik, bu Sözleşmeye ve devletler
hukukunun diğer kurallarına
tabi olarak kullanır.”
Karasuları bugüne kadar
çeşitli şekillerde tanımlanmıştır. Odman
karasularını; “denize kıyısı
olan devletlerin kara ülkesinin bittiği noktadan
veya iç suların veya
takımada devleti söz konusu olduğunda takımada
sularının dış sınırından
başlayan ve bitişik bölgeye, münhasır ekonomik
bölgeye veya doğrudan
doğruya açık denize kadar uzayan veya bir başka
devletin karasuları ile
sınırlanan, genişliği uluslararası hukuka göre her
devletin iç mevzuatı ile
tespit edilen deniz kuşağı ve alanıdır” olarak
tanımlamıştır
Karasularını kısaca tanımlamamız gerekirse,
kıyı devletinin,
esas hattından itibaren
ölçülmeye başlayan, açık denize kadar uzayan ve
azami 12 deniz mil
genişliğinde olabilen bir deniz alanıdır.
Türkiye-Yunanistan
arasındaki kıta sahanlığı sorunu: Ege’ye ilişkin Türk Yunan
sorunlarının çözümü kıta sahanlığı sorunu ile yakından
ilgilidir. Bu sorunun
çözülmesi, öteki sorunlarında çözülmesini kolaylaştıracaktır
Coğrafyacıların, oseanografların, jeologların
dünyanın hemen hemen bütün
denizlerinde yaptıkları
tetkiklerden anlaşıldığına göre, deniz dibi sahilden itibaren açık denize
doğru uzanırken, muayyen bir
derinliğe indikten sonra birden keskin bir yamaç halini alarak
büyük derinliklere
gitmektedir. İşte, sahil ile bu yamacın başladığı kenar
arasında kalan
kısma “kıta sahanlığı” (
Continental Self ) denilmektedir. Kıta sahanlığı böylece
Coğrafya’nın ve
Oseanografya’nın uğraştığı bir konu iken birden devletler hukukunda, bir
devletin açık denizler
üzerinde haklarının hatta egemenliğinin sınırını tespitte en esaslı, bazı
iddialara göre de tek kıstas
yapılmaktadır.
Kıta sahanlığı eskiden beri bilinmekte
olan bir konu olmakla beraber Devletler
Hukuku’nda 1942’den bilhassa
1945’den sonra bu günkü mevkiini almaya başlamıştır. Bu
bakımdan haklı olarak
devletlerarası hukukta yeni bir konu olduğu söylenebilir. Bunun için
1945’den önce yazılmış ders
kitaplarında kıta sahanlığına pek temas edilmemiştir. Ancak
1945’te ABD Başkanı
Truman’ın biri balıkçılık diğeri tabii kaynaklarla ilgili tebliğlerinden
sonradır ki yeni çıkan
eserlerde kıta sahanlığına da devletler hukuku kısmında bir yer
ayrılmaya başlamıştır.
Kıta Sahanlığı konusunda Yunanistan;
• Ege Adalarının
Yunanistan’ın bir parçası olduğunu ,
• Adaların da kıta ülkesi
gibi eşit kıta sahanlığının bulunduğunu,
• Adalarla Türkiye arasında
eşit uzaklık ilkesinin uygulanması gerektiğini
belirtmektedir.
Türkiye ise;
• Kıta sahanlığı
sınırlandırmasının iki ülke arasında yapılacak anlaşma ile belirlenmesi
gerektiğini,
• Doğal uzantının esas
olduğunu,
• Sınırlandırmada hakça
ilkelerin uygulanması gerektiğini,
• Adaların özel durumlara
yol açtığını,
• Ege Denizi’nin yarı-
kapalı deniz olduğunu,
• Lozan dengesinin göz
önünde bulundurulması ve korunması gereğini savunmaktadır.
Türkiye ile Yunanistan’ın bu
görüşlerinin farklılığının yanı sıra çözüm yönteminde de
bir uzlaşma sağladıkları
söylenemez. Yunanistan uyuşmazlığın yargısal çözüm yollarıyla ve
özellikle UAD’nın kararıyla çözümlenmesini
istemektedir. Türkiye ise sorunun karşılıklı
görüşmeler ve
anlaşmalarla çözülmesini önermektedir.
Sorun, tarafların hem çözüm
yöntemleri hem de sorunun
çözümünde gözetecekleri esasa ilişkin ilkelerin saptanmasında
uyuşamamaları nedeniyle,
çözümsüzlük halini korumaktadır. Yunanistan gerekçelerinin
uluslararası hukuka
dayandığını iddia etmekte ve bu yüzden böyle bir çözüm yöntemi konusundaki
ısrarını sürdürmektedir.
إرسال تعليق